15 Kasım 2015 Pazar

Genç bir ebeveyn olabilir misiniz?

Uzunca bir aradan sonra, yazmayı bu kadar özlemişken, merhaba!


Umarım her şey gönlünüzce geçiyordur. Bugünlerde pek çok arkadaşımın 'Ay resmen bunaldım!' dediğini çok sık duyar oldum. Ben de pek farklı sayılmam malum; okul, kariyer planlama telaşları, projeler... Kendimize vakit ayırmak epey güçleşti.

Özlemek demişken, ilkokulda mı kaldı şu meşhur 'Şairin çocukluğuna duyduğu özlem' teması?
Yoksa her birimiz bu hissi yaşıyor, gece başımızı yastığa koyduğumuzda bize ninni okunan günleri anımsıyor muyuz? Ya da unuttuk mu, sanki hep yetişkinmiş gibi büyük bir stres ve sıkıntıyla mı uyuyoruz? Hakkımız yokmuş gibi o günleri hatırlamaya, içimizi ısıtmaya...

Geçtiğimiz gün bir sınavıma yetişirken, iktisat fakültesinin merdivenlerinde 5-6 yaşlarında, koşmaktan yanakları kıpkırmızı olmuş bir çocuk elindeki kağıt uçakla oynuyordu. Bir o yana, bir bu yana koşturup zıplıyordu. Düşünsene, tek derdi elindeki uçaktı! Bizse sınava yetişmeye çalışıyor, büyük bir korkuyla sınıfa doğru ilerliyorduk. Ne o, ileri düzey elektromanyetizma... Hadi canım! O çocuğun içindeki mis gibi hissi verebiliyor muymuş üç katlı integraller? Karnındaki o heyecanı, merak duygusunu, keşfetme arzusunu...

Koskoca Maxwell'i iki cümlede yerle bir etmek istemiyorum tabii. Aksine kendisine büyük bir hayranlığım var. Onun o muazzam hesapları olmasaydı belki de ışık nedir bilmeyecektik, telekomünikasyon diye bir şey olmayacaktı bile. Ancak maalesef bütün bu hesapların sonuçları olan modern dünya, bize kazandırdığı her şeyin yanında içimizdeki kağıt uçakları alıp götürüyor gibi hissediyorum. Niyetim de pesimistlik yapmak değil, bunu hatırlamanın verdiği huzuru sizlerle paylaşmak.
Bkz.: Koskoca Maxwell

Sadece o sahneyi kafanızda bir canlandırın isterim. Derin bir nefes gibi ferah değil mi?
Özgürsün sonuçta o dünyada. Yalan yok, bıkmışlık yok, güven var... En önemlisi de 'merak' var. Merakı kaybettikten sonrası bir biyonik yaşam demişti bir arkadaşım. Ne kadar da haklı. Sonunda ne olacağını pek de 'hesaplamadan' direk duygu dünyandan geldiğince hareket etmek belki de en büyük ihtiyacımız. Yıllar yılı alıştığımız sistem bizi türlü türlü hesaplar yapmaya ve mükemmeliyetçi olmaya sürüklüyor olsa da, belki de sürüklendiğimiz bu yolda diretmek zorunda değilizdir. 

Belki özgür olmaya bizim de hakkımız vardır?

Bunları düşünmeye, yoğun bir şekilde 1 Kasım seçimlerinden sonra başladım. Sonuçtan memnun olmayan %50'den bir vatandaş olarak, bundan bir o kadar da umutsuzluğa sürüklenmemeye gayret ettim. Bunun için de o özgür çocuğun sesini dinledim. Çünkü en sağlam inanç, onun o merak dolu yüreğindeydi. Sonrasıysa zaten bilim, tarih ve hatta matematik önünde kaybettiklerine emin olmanın haklı huzuru... Tavsiye ederim, lütfen böyle düşünmeyi bir deneyin: Aklın yolunda, rasyonel bir bakış açısının önünde, her bir aydınlık zihnin içerisinde, bilimsel olarak ispatlıdır ki, haksızdırlar. Bunun o özgür huzurunu hissetmeyeli epey zaman olmuştu.

Lütfen bu zindandan kendinizi kurtarın.

Ursula Le Guin demiş ki; "Bir nesil, bilginin cezalandırıldığı ve cehaletin saadet olduğunu öğrenerek yaşıyor. Bir sonraki nesil cahil olduklarını bile bilmeyecek çünkü bilginin ne olduğunu bilmeyecekler."

Ursula ablacığım, ağzına sağlık.

Cehalet, o anlamda mutluluk değildir yani. O anlamdaki cehalet de mutluluk değildir. O mevzu çook başka. Bilmek de belki sonuna kadar kesinlikte mümkün değildir, ama merak ve gerçek bilgiye ulaşma arzusu, merakı, o içi gıcıklayan his mutluluğa giden yoldur. Bütün bilinmeyenler sıfırlanır, "doğrusal" bir denklem elde edilir.

Yani napıyoruz biliyor musunuz? Şimdi alıyoruz bütün çocuk hallerimizi, onlara güzel birer ebeveyn oluyoruz. Soruyoruz, sorguluyoruz. Merakla etrafımızda olan biteni inceliyoruz. Bütün bunları o güzel özgürlüğümüze olan özlemimizden gaz alarak yapıyoruz. 

Eminim güzel günler göreceğiz.