31 Ağustos 2012 Cuma

Kültür Şoku

'İstanbul, bugün sana bir yabancının gözünden baktım.'

Babam, önce Japonya, ardından Meksika ve sonunda İstanbul olmak üzere dünya etrafında bir tur attı ve mesleki rekorunu kırdı. Adam, işi gereği geziyor ne yapsın. Biraz fazla oluyor bazen, ama ne yapalım zaten emekliliğine bir şey kalmadı şurada.

Annem ve kardeşimle birlikte yazlıktan geleli iki gün oluyor. Bir tatil sitesinde, annem ve üç kardeşinin de ayrı ayrı evleri olduğundan, kendimi eski zamanın sırça köşkünün küçükhanımı gibi hissediyorum gündüzleri. Akşamsa, sağ olsunlar arkadaşlarım bana yirmi birinci yüzyılda yaşadığımızı hatırlatıyor ve sahile iniyoruz genel olarak. Sabahları hamur açan ben, akşamları normal sınırlarda bir gence dönüşüyorum anlayacağınız. Eh, emekli yeri tabii, pek bir hareket yok. Hatta hiç yok. 500 metre kadar yakınımızdaki Tansaş'a gitmek bile bir değişiklik oluyor, modernlik katıyor insana. Onun dışında doğayla ve emeklilerle iç içesin... Huzurlu bir ortam aslında. Fazla huzurlu hatta...

Tam bu sükunetin fazla gelmeye başladığı anda annem ve kuzenimle dönme kararı aldık. Eve geldiğimde bilgisayardan internete girebildiğimi fark ettiğimde bile bir garip oldum. Kocaman apartmanlar, binalar falan epey garip gelmeye başladı gözüme. Nefesim daralmaya, oksijen yetmemeye başladı. Zor alıştım.

Bugün de, yerküre etrafında tam bir tur atmış olan babamı karşılamak üzere havaalanına gitme kararı aldık. Giderken trafik korkunçtu ve içimden İstanbul'a küfrettim. Kalabalığa, arabalara, metrobüste insanları sıkıştıranlara... Her şeye...

Uçağa binmeyeli epey zaman oluyor; ama birkaç kere yurtdışına çıkmış bir insan olarak, havaalanının güvenlik kapısından adımımı içeri atar atmaz, delice bir gezme isteği içimi kemirmeye başladı. Babamın uçağı rötar yaptığından, beklemeye koyulduk. Dış hatlar terminalinde, her lisanı duyuyorduk. Araplar, Amerikalılar, Afrikalılar... Ayaklarımı bastığım zeminin, şu altımda duran şeyin Dünya olduğunu tam manasıyla idrak ettim. Hepsinin yüzlerinde değişik ifadeler vardı. Kimi mutlu, kimi üzgün, kimiyse şaşkın... Ama hepimiz aynı dünyaya aittik. Onlar sadece farklı topraklardan gelmişti.

Bir de baktım, bavul sayıları diğerlerinden bayağı fazla, yetmemiş hatta ellerde poşetler bir millet geçiyor... Aa, bir de bu insanlar benim dilimi anadili gibi konuşuyor! Evet, Türkler kendini her yerde belli ediyor. Canlarım benim.

Bir de adam geldi şöyle iki bavul bir laptopla... Babam da iyice gide gele ecnebi olmuş anladım. Uzun süre beklemekten sıkılmış olan ben, küçük kardeşim, annem ve jet-lag babamla evin yolunu tuttuk. Fakat bu yolu, çevreyolundan değil de, çok sevdiğimiz Gelik'te bir şeyler atıştırabilmek adına sahilden, ardından da Haliç üzerinden dönmek istedik.

Küfrettiğim İstanbul... 

Sen gece ne güzel şekillere girdin öyle... Sana tıpkı o havaalanında gördüğüm yabancılar gibi, seni daha önce hiç görmemiş, yollarından hiç geçmemiş gibi baktım. O zaman gördüm güzelliğini. Her adımda bir ihtişamın varmış meğer, dönüp baktığım ama görmediğim. Surların, camiilerin... Asırlık çınarların... Topkapın, Dolmabahçe'n... Kasırların, güzelim balıkçıların, dalyanların... Ah, o güzel köprülerin... Ortaköy'de aşıkların... Güzelim boğazın... Uyumuyorsun sen yazın... 

Özür dilerim benim güzeller güzeli yuvam, sana haksızlık etmişim.

Hakkında yazmış olan bütün yazarlar ve şairlere de sevgilerimle...

Seni seviyorum.