23 Ocak 2014 Perşembe

Sherlock Lobisi

İngilizlerin yaptığı işlere hayran olmamak elde değil tabii ki. Dünyanın en burnu havada milleti olmalarına rağmen, içlerinden dünyanın en merhametli insanlarından kurulmuş olan Beatles çıkabiliyor (Paul McCartney kendini beğenmişlik düzeyini ihmal ediniz). Genel olarak bu süper ego sanıyorum sanatsal anlamda işlerine çok yarıyor. Hayatımızın içine bir şekilde girmeyi ve kalıcı olmayı başarıyorlar. Harry Potter, Lipton, Elton John... Eklemek istersek dahasını da buluruz büyük ihtimalle. Belki çok fazla değil, ama var olanların etkisi büyük oluyor İngiliz ürünlerinin.
ve Sherlock Holmes...
Sherlock Holmes, yazar Sir Arthur Conan Doyle tarafından Sanayii Devrimi esnasında muazzam bir şekilde yaratılmış, üstün kabiliyetli bir İngiliz dedektif. Aynı zamanda da çok fonksiyonlu bir sosyopat. Zaten karakterin kendisi mükemmel ötesi. Bu nedenle de yaratıcı senarist bulamayan, bulmaya üşenen yapımcı ve yönetmenler için harika bir rezerv kurgu olmuş yıllar boyu. Sherlock Holmes rolünde de zamanının ünlü aktörleri görülmüş.
Gelelim bizim Sherlock'a. Nam-ı diğer Benedict Cumberbatch yani. İngilizlerin ellerine geçen, içinde ışık gördükleri malzemeyi 'Alın size harika bir şey bulduk' diye sunmasına tüm dünya insanları olarak bittiğimizi zaten başta da belirtmiştik. Adamlar resmen yeteneği olan herkesi, güzel/çirkin, erkek/kadın/gay, sevimli/sevimsiz ayırmaksızın, kaygısızca mükemmel prodüksiyonlarla gözlerimizin önüne sunuyor. 
Benedict Cumberbatch mükemmel bir aktör ve centilmen ötesi bir insan profili çiziyor. Kendisinin oyunculuk kabiliyetine de hayranım, sadece Sherlock için konuşmuyorum. İnsan bir lakayıt olur, insan bir küfreder, yok anacım. Adamın buz gibi bakışlarından asalet akıyor. 
Harper's Bazaar dergisi çekimlerinden

Bir parantez açayım, Meryl Streep ve Julia Roberts'ın başrollerini paylaştığı August: Osage County filminin çekimleri esnasında, Meryl Streep tarafından mimlenmiş kendisi. Şöyle ki, Meryl ablamız 'Filmimiz bir aile filmi. Gelin bu sıcaklığı seyirciye yansıtmak adına bütün ekip olarak bir kır evinde kalalım çekimler esnasında. Böylelikle birbirimize alışmamız daha hızlı ve çabuk olur.' şeklinde buyurmuş. Ekip de tamam demiş, harika olur. Ancak içlerinden birisi şehir merkezinde bir otelde kalmayı daha uygun bulmuş. Benedict Cumberbatch! Kesinlikle takdirle karşıladım bu davranışını. Bir insan şeklini hiç mi bozmaz. Gelememiş öyle yapmacık bir samimiyete, rahat hissetmeyeceğini bildiği yerde duramamış. Kendi standardı lüks bir otelse, lüks bir otelde kalacağım demiş.
Ama gel gör ki, kendisi ilk görüşte 'Kim yahu bu uzaylı?' dedirtiyor. Sonra güzel pişirme teknikleriyle bize alıştırılıyor. O asaleti, katılığı ve kabiliyetleri, Jaguar servis arabasına bindirilirken, hayran olunası aksan sosunda da gezdirildikten sonra, bon apetit! 
Bir de grafikte görelim, adeta exponential.

Zamanla alışıyor göz de. 
Sherlock rolü de üstüne yapıştıkça, daha da bir çekici oluyor. Elmacık kemikleri, hep ışık vurdurdukları donuk yeşil gözleri, çemçük (evet koca asil adam çemçük, hay allah çok utandım bu söylemden!) konuşması ile, gönüllerimize taht kuruyor. Pek çok kız arkadaşımın da bana bu konuda katıldığına eminim.

Bu iş dış mihrakların beynimizi meşgul etme işi mi, nedir? Hep Sherlock lobisi bunlar, hep...

Afiyette kalın!

5 Ocak 2014 Pazar

2014


Yeni yıldan dileğim nedir, bir düşüneyim.

O kadar fazla birikmiş dileğim var ki, gerçekleşmediği halde tekrarladığım, yeni bir dilek bulamıyorum 2014 için.
Şöyle bir kafamızı temizlesek de rahatlasak mesela. Hayal etsenize, kafanızın içindeki bütün sorunları, alakasız düşünceleri, kafa karışıklıklarını saçmışsınız yere, çöpe atıyorsunuz gereksiz her detayı. 
Böyle diyorum da, odamdaki çekmecelerden bile kaç sene öncesinden kalmış, ne işe yaradığı belli olmayan eşyalar çıkıyor. Asla da atmaya kıyamıyorum. 'Bu elbet bir gün işime yarar.' 
E peki, yarasaydı bu kadar uzun bir zaman zarfında zaten yaramaz mıydı? Niçin durup duruyor orda, doluluk yaratıyor, yeniye yer kalmıyor, tıkıştırmak zorunda kalıyorum? Düzgün saklayamadığım için yeni eşyalarım da çabuk eskiyor. Ne bileyim, 6 sene önce, çocuk yaşta çok sevdiğim ama şimdi üzerime olmayan bir kazağım, lise eteğim, absürd bir tükenmez (ama tükenmiş, belli) bir kalem... Nedir işlevleri? 
Sanki o kazağı atarsam, bütün çocukluğum bir anda yok olacakmış gibi mi geliyor nedir. Size de oluyor mu böyle?
Hayat da böyle bir şey değil mi? Belli bir kapasitesi olan, ama eskiyi içeride tuttukça bir türlü yeni fikirlere, objelere, insanlara, duygulara yer bulamadığımız bir küme. 
Neleri atmak lazım kafadan? Hiç öyle uzun bir keşfe çıkmadan, cesur ve radikal bir şekilde, tabir caizse çatır çutur, patır kütür bir şekilde, işe yaramayan, vadesi dolmuş, tükenmiş, insanı yoran fikirleri, sadece Facebook listesinde bulunup onun dışında bir iletişim kurulmayan insanları, yıl olmuş, arayıp sormayan eski arkadaşları, kalbini kıran eski sevgiliyi, çocukluğundan kalmış mükemmel bir balerin olma hayalini...
Hepsini at.
Odanı düzenle, düzenlerken de hayal et, bu fikirlerden kurtulduğunu. 
Hafiflemiş hissediyor musun?
Ben de öyle.

Hepimize sağlık, mutluluk ve şans dolu bir yıl diliyorum.