İlhamın ne zaman geleceği belli olmuyor. Sanki insanın zihni ayrı bir form buluyor kendi bedeni dışında da, geliyor parmakları çeke çeke insanı yazmaya iteliyor. Bu acayip bir şey… O an bir sınır oluyor dışarıdaki dünya ve vücut arasında; ten dışında bir sınır. Zihinden bir zırh mı demeli, ne demeli bilemiyorum. Büyük yazarların, şairlerin o sınırda günler, gecelerce belki de hayat boyunca yaşadığını zannediyorum.
Genellikle de bu yazma itici kuvveti olarak tabir edilen dürtü, insan analitiğinin en yoğun çalışması gereken zamanlarda ortaya çıkıyor. Örneğin, bir projenin sonuna yaklaşırken, sınav döneminin en yoğun anlarında ya da bir ödevi yetiştirmek için 20 dakika kaldığında… Bütün bu mantıksal, gündelik koşuşturmacalar en hararetli hâlini almışken, içeriden bir dürtü ses veriyor: ‘beni yaz’. Çoğu zaman da uyumak ve uyumamak arasında gidilen o süreçte… Yataktan da çıkamazsın, düşünmekten gözlerini de kapayamazsın.
Öyle arada kalıyor insan işte çoğu zaman. Yakaladığındaysa o anlardan bir tanesini ufak bir not kağıdına, telefonuna ya da şanslıysan uzun süreli hafızana; o zaman biriktirmeye başlıyorsun işte küçük pokemonlarını.
Yaz tatili, bu anlamda en kuru ve fakir zamanlardır benim için. Çünkü ne analitik manada, ne de duygusal manada bir koşuşturmacam vardır bedenimde. Boştur zihnim, değilse de alenen boşalmak istemiştir, yeniden başlatılmıştır. Güncellemeye hazırlanıyordur. Unutmuştur.
Unutmaksa en büyük özgürlük… İnsana verilmiş en büyük kabiliyetlerden biri. Çok sevdiğim şarkı yazarı ve vokali Jason Mraz’ın benim için çok anlam ifade eden o sözlerinde söylediği gibi ‘tazeliği vurgulamak’ bir özgür ruhun en temel prensibi olsa gerek. Hatırlama&unutma siklusu çevresinde yaşanan bir hayat boyunca, en çok da hatırlama ve unutma anlarından besleniyoruz. Arada kalan zamanlarsa, işte tazeliklere yer açtığımız verimli araziler. Bünyedeki bütün duygulardan sulama sistemi ve gübreleme… İşte orada bir şeyler yeşeriyor, oralar eskiden dutluk olan, şimdilerdeyse parklar bahçeler (hayır AVM veya rezidans değil) olan bir yere dönüşüyor. Oksijen! Taptaze nefes!
Geçtiğimiz yıl, bana kimlerin nelerin ‘beni yaz’ dediğini maalesef ki unutmuş bulunuyorum. Bu da bana hayatımın en değişken zamanı olan mezuniyet zamanımda bahşedilmiş güzel bir armağan olsa gerek. Tamamdır, unutabilirsin, şimdilik müsaade var. Yalnız, bağlı bulunduğunuz bankaların hiçbir zaman peşinizi bırakmadığını bilirsiniz ya hani, bu da öyle bir şey. Vadesiz hesabımı kapattığımı zannederken ben, şimdi bir de baktım ki, uçsuz bucaksız yatırımlar peşinde bir küçük ölçekli işletme olmuş zihnim. Bırakmıyor. Borsayı takip etmemi, lugatı daha iyi öğrenmemi ve çeşitli enflasyon ve deflasyonlara ayak uydurabilmemi istiyor artık benden. Yalnızca harçlıklarımı sakladığım bir kumbara olmaktan çıktı bu oluşum benim için.
Ah, sevgili okuyucularım, yani anlayacağınız üzere, bir kabuk değiştirme evresini daha geride bırakıyor, sizlerle daha da bambaşka lezzetlerde buluşmayı umuyorum. Kalem&kağıtla ilişkimizin bol, telefonlarımız kadar insanoğlu ruhuna da dokunduğumuz, akşam serini ve günbatımı dolu, deniz sonrası rehaveti kadar dinlenmiş ve insanın içine tazelik veren çilekler gibi koktuğumuz bir yaz diliyorum.
Esenlikler dilerim…