Bugün elektrikler kesildi. Birkaç gün önce de kesilmişti; ancak bu seferki biraz daha uzun sürdü. Şarjlı aydınlatmalarımızı yazlığa götürmüş olduğumuzdan, mumla aydınlandık yarım saatliğine. 9 buçuk civarı, bir cumartesi akşamı... Eh, kardeşim Efe hariç ev halkının uyku saati henüz gelmemiş durumdaydı.
Dijital bir dünyada yaşıyoruz, bunu hepimiz biliyorduk zaten. Ama farkındalığımızı bu gece kazandık.
Bilgisayar olsa da, internet yok. Ev telefonumuz da dijital. Benim cep telefonumun şarjı bitmişti. Televizyon yok.
Işıklar zaten yanmıyor, mum ışığının titrek gölgeleri duvarlarda dans ediyor.
Sanki bir doğal afet olmuş gibi, salonda toplandık. Hareketsizce oturuyorduk sadece. Halbuki normal şartlarda hepimiz hareket halinde olurduk. Mutfağa gidip su içmeler, tuvalete gitmeler falan... Şimdi çıt yoktu.
Mevcut durumdan ötürü, hepimizin aklına benzer sorular geliyor tabii.
'Elektrik olmadan önce insanlar ne yapıyordu?'
Muhtemelen uyku saatleri de güneşlenme süresine göre belirleniyordu; ama yine de ışıksızlığı aklım bir türlü almıyor. Dünyaya geldiğim dönemden itibaren ışık var olduğu için, aksini idrak edemiyorum.
İlkokuldayken insan hakları ve vatandaşlık bilgisi dersinde bir sınav sorusu, insanlığın en önemli keşfinin ne olduğuydu. Cevap yazı elbette. Ancak ben, ateş yazmıştım. Kap kacak pişirmeden, pişmiş yemek yemeden, ısınmadan, ne yapayım ben yazıyı?! Hala da savunuyorum bu tezimi.
Işıktan sonrası, elektrikli ev aletleri tabii ki. Buzdolabı, çamaşır makinesi, bulaşık makinesi... Hadi bunlarsız hayat, yalnızca şartları ağır, kadınları yoran bir hayattı; icatlar hayatı kolaylaştırarak devrim yarattı. Ama içlerinden bir tanesi var ki, yokluğunda ne olduğunu aklım bile almıyor. 1905 yılında döner pervaneli küçük motorun icadıyla ortaya çıkan saç kurutma makinesi! Saç kurutmadan, insanlar nasıl yaşıyordu acaba? Ya da kurutma teknikleri geliştirmişlerse, bunlar neydi? Çok merak ediyorum.
Sonra düşündüm, '14. yüzyılda yaşasaydık nasıl olurduk sence?' diye sordum babama. Nasıl bir aile olurduk acaba...
Ben dedim ki, bir tarlamız olurdu. Tek katlı bir evde yaşardık herkes gibi. Bol bol yemek pişirirdik. İneklerimiz olurdu.
Annem oradan 'Ooh... Odun fırınında, mis gibi.' ve ekledi 'Benim herhalde sekiz çocuğum daha olurdu.'
Babam da 'Anoloji yapıyorsan, atımız olurdu. At arabamız olurdu, şimdi arabamız olduğu gibi.'
'Ama Mercedes'imiz yoksa, safkanımız da yoktur herhalde.' dedim. 'Mesleğin ne olurdu?'
'Bilmem. Çiftçi olurdum, nalbant olurdum herhalde.' dedi babam. 'O zamanlar atom daha keşfedilmemişti.'
Düşündüm de bir an, belki Bohr babam, Marie Curie annem olabilirdi.
'Düşünsenize, ilaç yok.' dedi babam. Hasta olduğunda yapacağın tek şey, şamana, büyücüye ya da bulabilirsen şifacıya gitmek. İlaç diye bir şey yok.
'Dünya diye bir şeyin bilincinde değilsin ve bildiğin tek yer, evin ve evinin iki üç metre uzağı...' Çok acayip.
Annem dedi ki 'Fatih Sultan Mehmet, patatesin ne olduğunu bile bilmiyormuş.
Düşündükçe o kadar fazla şey var ki insanı şaşırtan. Alışkanlıklarından sıyrılma fikri epey ürpertici. Kendimizi eski çağlara hem yerleştirdik, hem o insanlara tekrar tekrar hayran olduk; hem de korktuk.
Elektrik geri geldiğinde, 'Yavaş yavaş aç da gözlerimiz kamaşmasın.' dedi annem, ben anahtarların önündeyken. Düğmelere bastığımda, biz de kendi aydınlanmamızı yaşadık.
Bilgi, uzay ya da teknoloji... Ne adını verirsek verelim bu çağa, gerçekten binlerce yıl öncesine dayanan birikimler sayesinde olmuş bütün bunlar. Bir anda elimizden alınınca şaşkına dönmemiz, değişen ihtiyaçlarımızın insan doğasını ne kadar etkilediğinin baş göstergesi.
Üretimden tüketime uzun bir yolculuk... Hazıra konup da, küçük dağları yaratmış havasına girmeye hiç gerek yok. Elektriğin ne olduğunu bilebilmek, bunu karanlığı aydınlatmakta kullanabilmek, büyük bir devrim. Şimdiyse sadece tükettiğin kadar bireyiz. Boşluk üreten insanlara dopdolu sermayeler kazandıracak kadar da zeki...